Cehennem Çukuru
1. Bölüm: Hayal
Acı, hayatınızın her zerresindedir. Kaçamazsınız. Yasını tutarsınız. İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Acının beş evresi vardır.
Önce inkâr edersiniz ve kendinizi kaybedersiniz, inkâr ettikçe daha da kaybolursunuz. Sonra acınız yüzünden her şeyi suçlar, nefret eder ve öfkelenirsiniz. Acıyla savaşırsınız, onu dindirmek için kendinizle konuşursunuz ama bu yetmez. Kaçmak için pazarlık yaparsınız. Ancak planladığınız hiçbir şey olmaz ve depresyon denilen o karanlık evreye girersiniz. Ruhunuzu aramaya başlarsınız; sokak, ev, şehir kalmaz ama onu bulamazsınız. Sonunda kabullenirsiniz, uzun bir zaman sonra kendinizi bırakırsınız. Artık yanınızdan geçen insanlar bir şey ifade etmez, içtiğiniz su bile anlamsızlaşır. Çünkü bu noktaya gelmenizin sebebi sizsinizdir. Ruhunuzun bir yerlerde acı çekmesi sizin hatanızdır ama bunu geç fark edersiniz. Fark ettiğinizde ise ortada ne bir insan ne de bir ruh kalmıştır. Artık bir hiçsinizdir. Ancak her şeye rağmen ayağa kalkın, ruhlarınıza pranga vurmayın. Kaçın ve kurtarın ruhlarınızı o puslu odalardan.
2016, İstanbul/Bakırköy
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, 744 numaralı oda
“İyi değil, iki gündür hiçbir şey yemedi. Sadece duvara bakıyor ve kendi kendine konuşuyor. Hiç böyle olmamıştı. En azından bir şeyler yiyor olurdu,” dedi hemşire Hatice, sözlerini bitirip usulca kenara çekildi.Bu sözlerin ardından doktor alnını sıvazladı. Arya hiçbir tedaviye yanıt vermiyordu. Bir hastasının gözleri önünde çürüyüp gitmesi bir doktor için ne kadar acı vericiydi… Arya’nın yaşadıklarını düşündü, belki bir umut ışığı bulabilirdi. Ama Arya, soğuk bir kış günü, köşeye sinmiş, ailesinden kalan yanık ve eskimiş bir fotoğraf çerçevesine bakıyordu. Her geçen gün ilaçların dozu artıyordu. Ve her geçen gün Arya’nın hayalleri yok oluyordu. Arya, içten içe ölüyor, her geçen gün ruhunu kaybediyordu.
Fiziksel acınızın her zaman bir tedavisi vardır. Ancak Arya’nın acısı fiziksel değildi; Arya’nın ruhu ölmüştü. Ve kim olursanız olun, hiçbir ilaç, hiçbir tedavi bir ruhu yaşatamaz. Arya’nın ruhu, zifiri karanlık bir kuyuya dönüşmüştü. Her tedavi ve her ilaç o kuyuya atılan bir taş gibiydi; kayboluyor ve hiçbir işe yaramıyordu.
Ama Arya, bir süre kendini yaşatmayı başardı. O zifiri karanlık ruhuna bir kibrit çaktı. İnsanlar küçümser hayalleri, ama bazı hayaller o kadar güçlüdür ki bir insanı yaşatabilir. Bedeniniz bir odaya sıkışsa da zihniniz bambaşka bir yerde, bambaşka insanlarla olabilir. Arya da her hayal kurduğunda ailesini yaşatıyordu; annesi, babası, abisi ve kendisi… İşte o küçümsediğimiz hayaller, bir insanı yaşatacak kadar güçlüdür.
Zeynep hemşire, elinde Arya’nın ilaçları olan tepsiyle odaya girdi. Arya ilk geldiğinde sadece antidepresanlar kullanıyordu. Ancak bu süreç uzun sürmedi. İki hafta sonra Arya’ya şizofreni tanısı kondu. Yedi haftadır ilaçların dozu her geçen gün artıyordu. Haloperidol, perfenazin ve klozapin sabit dönem şizofreni ilaçlarıydı ama her geçen gün bir üst doz veriliyordu.
Arya bu ilaçlardan nefret ediyordu. Onu ailesinden koparan bu ilaçlardan nefret etmesi beklendik bir durumdu. Ancak doktorlar onu anlamıyordu. Arya’nın hayallerle yaşadığı dünyayı kimse anlayamazdı. Zeynep hemşirenin elindeki ilaçları görünce Arya daha da köşesine sindi.
“İçmek istemiyorum, içmek istemiyorum, içmek istemiyorum… Lütfen, lütfen, lütfen…”
Doktor, eliyle Zeynep hemşireyi durdurdu.
“Xeplion getir.”
İşte Arya’nın korkulu rüyası buydu. Hapları istemediğinde ona bir iğne yapılıyordu ve her seferinde bir kez daha ölüyordu Arya. Bu ona yapılan bir iyilik miydi, yoksa acımasızlık mıydı?
O gün yine ilaçlar verildi ve Arya bir kez daha ölmüştü.
