ADALET
Yüreğiniz, son dönemde yaşananları kaldırabiliyor mu? 'Ne oldu bize?' diye sorguluyor musunuz, yoksa sadece 'ne olacak' diye mi geçiştiriyorsunuz? Siz kendinizi yormayın ben neler olacağını anlatayım.
Gün geçtikçe artmaya devam eden haberlere bakıp ülkenin içinde bulunduğu duruma bir bataklık benzetmesi yapacağız. Ülkenin durumu bir bataklığa benziyor, ancak bataklıkta çırpındıkça batarken, biz hiç çabalamadan da batıyoruz. Gerçi kılımızı kıpırdatınca neticelerin ne kadar ağırlaştığını Kadir Şeker bize kanıtlamıştı.
Çocuklarımız, geleceği emanet edeceğimiz gençlerimiz, çiçeklerimiz bitkisel hayattaydı. Şimdiyse köküne kadar çürütüldü o bitki. En sonunda da bir bir döküldü Şirin gibi, Narin gibi, Sıla gibi gencecik yapraklar.
Bir çocuk gitti hayatının daha en başında, bir polis gitti hayatının baharında, bir günde iki genç kız gitti hem de parça parça.
Biz bu ülkeyi bir mülk gibi düşünecek olursak o mülk tamamen yan yattı. Çünkü bir zamanlar mülkün temeli adaletti. O temel artık ağır hasarlı ve bu mülkte oturanların da o temele hiç inancı kalmadı. O inancın yok olması, içerisi ile dışarının arasında bir fark kalmaması ile başladı. Belki de içerisi dışarıdan daha da nezihti. Sonuçta 24 suç kaydıyla gezenlerin bir polisi şehit ettiği, sokakta tacize uğrayan bir kızın sırf kendisini korudu diye hapse girdiği, suçlunun ise elini kolunu sallaya sallaya yaşamaya devam ettiği bir ortamda elbette içerisi dışarıdan daha güvenli olacaktı.
Böyle bir ortamda bu insanlar neye güvenecek, sırtlarını neye yaslayacak, haklarını nerede arayacaktı? Yoksa herkes kendi adaletini sağlamaya mı çalışacak veya kendi kaderine mi bırakılacaktı? Gerçi biz bize yetmeye alışmıştık on binlerce insanımızı bir gecede kaybettiğimiz günde. Tıpkı orada "biz bize yeteriz" dediğimiz gibi şimdi de kadınlarımız kendilerini koruyamayan bu sistemin içinde kendilerine yetebilmek, kendilerini koruyabilmek için biber gazına hücum etti.
Biber gazı alımındaki artışı kendi menfaatleri doğrultusunda kullanacak olan çıkarcı insanlar, tıpkı depremde çadır fiyatlarını artırdığı gibi bu dönemde de biber gazı fiyatlarını artırdı. Artık kadınların kendilerini korumalarına dahi müsaade etmeyen, onların önünü kapatan insanların olduğu bir toplumda yaşıyoruz.
Eğer bir alışveriş sitesinde en çok ziyaret edilen ürün biber gazı ise, kadınlar yanında telefon görünümlü elektroşok cihazı taşımak zorunda ise o ülkenin ölmek üzere olan yargı sistemini de şoklayarak hayata döndürmek gerekli.
Hani derler ya, gelecekte büyük bir kıtlık yaşanacak diye. Oysa bugün, dünyada ve özellikle Türkiye’de derin bir kıtlıkla yüz yüzeyiz: bilinç kıtlığı, ahlak kıtlığı, eğitim kıtlığı… Ve en ölümcülü de sevgi kıtlığı.
Bu mahsulün en çok yetiştiği yer ise 'aile'dir. Eğer ailenin toprağı bu mahsulü yeşertmeye elverişli değilse dünyaya çocuk değil, bir sorun getiriyorsunuz demektir. İnsanı insan yapan aile kurumu çöktüğünde ise, doğan çocukların bir yaştan sonra canavara dönüşmesi kaçınılmaz hale geliyor.
O halde, yanlış yerde arıyoruz kötülüğü. Sahi uyutulması gereken sokaktaki masum hayvanlar mıydı, yoksa 'sanat' adı altında şiddeti normalleştiren, kadını aşağılayan eserlere hayranlıkla bakan zihinler mi? Uyutulması gereken, hayatı boyunca kimseye zarar vermemiş hayvanlar mıydı, yoksa daha altı yaşında bir kız çocuğuna 'eş' muamelesi yaparak bu insanlık dışı durumu savunan zihniyetler mi?
Belki de uyutulması gereken, adaleti ve insani değerleri yok sayan, suçlulara kravat indirimi yaparak onların toplum içinde elini kolunu sallayarak dolaşmasına olanak tanıyan sistemdir. Sahi, gerçekten uyutulması gerekenler; sokaktaki masum hayvanlar mıydı, yoksa tüm değerlerimizi zayıflatan, yoksulun daha yoksul, zenginin daha zengin olduğu bir sistemin devam etmesini 'başarı' olarak gören anlayışlar mıydı?
Felaket tellallığı yapmak değil niyetim; amacım sadece gözleri açmak, uzun süredir ayakta uyutulan insanları uyandırmak, tehlikenin farkına varmalarını sağlamak. Henüz bataklığa saplanmadıysanız, şimdi kendinize gelin, çırpının ve harekete geçin, hadi!
Suçluları kravat taktı diye, mahkemede boynu bükük durdu diye salıverenleri de oraya gelene kadar suçu olan herkesi de işin içine katarak bu düzene "Dur!" diyelim.
Konfüçyüs'ün de dediği gibi "Bir ülkenin refahı parayla değil adaletle ölçülür."
Ecem Su Dağoğlu
